Kitabın Yazarı: Mehmet FARAÇ
(Dharma Yayınevi, 1. Baskı-Mart 2006, 136 Sayfa)
Güneydoğu, kadın, töre, kan davaları, halkın aşiretlerle ilişkisi, çaresizlik, acılar ve cinayetleri yakından izleyerek bizlere ülkemizin bir parçasının yaşam öyküsünü anlatan yazarımız bu konuda uzmandır. Bunu diğer kitaplarından da anlıyoruz. Yazarın konu ettiği olaylar Urfa yöresinden alınmış örnekler.
Kan Davası… Ta zamanından beri süregiden bu vahşete Peygamberimiz Veda Haccında “Kan davası haramdır” demiştir! Hani Müslümandık? Neden bu söz hiç dikkate alınmadı? Bu, zamanla feodalitenin, Şeyh ve Şıhların doğmasıyla artacaktı. Yani kendi özgür düşüncesini kullanamayan, kurtuluşu bir tek kişiye bağlayan, onun sayesinde bugünü ve yarınını güvenceye alacağını sanan biat ve itaat düşüncesi törenin elini güçlendiriyordu.
İşin temel taşı feodalite ve aşiret. Aşiretlerin kimi Kürt, kimi Arap, kimi Türkmen kökenden gelirler. Yıllardır tarihin en verimli toprakları olan Mezopotamya’da yerleşen ve varlık içinde yaşayan aşiretler ya da topluluklar komşuydular. Her zaman komşular arasında ufak tefek çatışmalar olurdu; ama eğer karnın tok, sırtın pek ise hoş görü de o denli yüksek olurdu…
Ta ki o verimli topraklar suyun gittikçe azalması ve yok olma aşamasına gelmesi sonucu üzerindekileri besleyemez oldular, o zaman “Güneş çarığı sıkınca çarık da ayağı sıkmaya” başlayacaktı. Bire kırk-elli veren, ballı meyveleri, sebzeleri bol suyla doyunca herkese yeten bu canım topraklar artık kuru tarıma mahkûm olacaktı. Bu amaçla yıllar önce ileriyi görerek yapılmaya başlayan GAP Projesi nedense yıllarca bitirilmedikçe artık su “can” demekti. Can olan su için can alıp vermek de her geçen gün, tam da bu yörenin “Töre” diye bağlandığı ilkel yasalara daha sıkı sarılmalarına neden olacaktı.
Artık güç çok önemliydi. Güç demek önce kalabalık olmaktı, bol çocuk yapıldı. Nüfus patladı da zaten zar zor doyan karınlar çok daha zor doyar, hatta açlıktan ölür oldu… Sınır komşuları birbirinin külüne muhtaç iken bir tutam otunu yiyen koyun için acımadan birçok canı alıverir hale geldi. Aşiretler bir zamanlar “Otuz bin tüfeğimiz var” diyecek boyutlara erişti, ama yine de töre cinayetlerinden kurtulamayacaktı.
“Feodal etkiyle hareket eden aşiret tetikçileri ve onları toplum baskısıyla azmettirenler çok katı gerekçelere dayanıyordu. Bu kesimler, aslında geri kalmışların “kanun” diye tanımladığı ve yüzyıllardır acımasızca uyguladığı kurallara sığınıyordu… Aşiretler, siyasal, toplumsal ve ekonomik rant uğruna egemenliklerini korumakta ısrar ederken, feodalitenin kanla çizilmiş haritasını beyinlerinde barındırıyordu.”
Her kavgada bir “Barıştırıcı” olur! Özellikle aşiret kavgalarında bazı kişiler bu zalim kan davasının durdurulması için ellerinden gelen her şeyi yaparak birçok ocağın daha sönmesini önleyebilmişlerdir. Uzun süren görüşmelerden sonra ikna edilen iki taraf liderleri ve köylüleri kararlaştırılan bir yerde “Barış Çadırları” içinde ileri gelen katılımcıların da olduğu bir ortamda barıştırılır, yemin ettirilir ve yemek yiyerek tören tamamlanırdı.
Urfa Valiliği 1925’lerde “Salname” adlı kitapta aşiretlerin örf ve adetlerini incelerken, “Toplu yaşama mecburiyetini hisseden insanların içtimaı hayatı, aşiretleri de birtakım kanunlarla yaşamaya sevk etmiştir ki, bundan örf ve adetler doğmuştur” diyordu bu töreyi anlatan kara kitapta… İşte bazı maddeleri;
“Aşirete mensup iki şahıs arasında bir tartışma sırasında, biri diğerini katlettiği taktirde, katil tarafından maktulün akrabasına aşiret örf ve adetlerine göre diyet vermedikçe, katile veya en yakın akrabasından herhangi birine rastlanır veya fırsat bulunursa derhal öldürülür.”
“Yağma, aşiretler diyetince bir haktır!... Buna “Kan Tuzu” adı verilir!...” “Aynı köyde ikamet eden iki aile arasındaki bir tartışma cinayetle sonuçlanırsa, katil ile en yakın akrabaları başka köye göçerler.”
“Aşirete mensup bir kız bir gence kaçarsa veli ve vasilerine karşı kız ve erkek ölüme mahkûm olurlar.” “Aşiretler arasındaki faili meçhul cinayetlerde izcilere başvurulur.” (Av peşinde sanki…)
“Aşiret efradından biri bir cinayet işledikten sonra ister hükümetin ister aşiretin takibinden korkarak diğer bir aşirete sığınırsa iltica ettiği aşiret onu muhafazaya mecburdur.” (Bu da ilginç doğrusu…)
Demokrasilerde eşit vatandaşlık ve herkesi bağlayan yasalar olur. Yukarıda tüyler ürperten kararlar ise ancak çadır devletlerinde olmalı… Ama bizler yıllardır yaşadık ve yaşamaktayız. Umarım bir an önce gerçek demokrasiye geçer, önemini anlar ve bir daha asla bırakmayız. İçimizi acıtan, daha yüzlercesini de okurken anımsayacağımız kabul edilemez olayları anlatan, günümüzde de yaşayacaklarımızı işaret eden bir kitap.
İyi okumalar dileği ile. (25.8.2024)