Doğan ÖZDEMİR

Doğan ÖZDEMİR

" EMEKÇİNİN KÖŞESİ "
[email protected]

Hani Devrim Olacaktı

23 Ağustos 2024 - 18:18

Bir 78 Romanı
Kitabın Yazarı: Nazmi GÖKÇELİ
(Çiviyazıları Yayınları, 2. Baskı: 2007, 390 Sayfa)
Kısa bir zaman önce tanıştığım ve imzalı kitaplarımızı değiştiğimiz sevgili Nazmi Gökçeli ile yaklaşık aynı dönemlerde ve çok yakın ortamlarda yaşamışız. Bu nedenle romanında anlattığı yerler o günkü haliyle gözlerimin önünden geçti, olayları yaşamış gibi oldum.
Sinop’un bir ilçesinden olan ailenin aile içi anlaşmazlıklar sonucu yavaş yavaş dağılması, önce babanın yurt dışına gitmesi, peşinden üç erkek çocuktan büyüğünün de evden ayrılıp kendine göre bir yaşam kurması, kalan ana ve çocuklarının İstanbul Örnektepe’de kırık dökük bir gecekonduda verdikleri yaşam savaşı ile başlıyor romanımız… Ülkemiz 1970-80 dönemini yaşamaktadır. O zamanlar tek düşünceleri “Gomonistleri” öldürmek olan faşist yapılanma, arkalarındaki ABD, ülkemizdeki maşaları ve mafyanın da desteği ile kolayca silahlanan ve korunan gençler karşısında, tutunabildikleri gecekondu semtlerinde halkın altyapı sorunlarına kadar yardımcı olmak amacıyla dernekler kurarak örgütlenen gençlerin kavgalarını okuyoruz.
Mustafa siyasetten pek anlamayan, ama doğruluk ve dürüstlükten yana olan, okumayı pek sevmeyen ortanca oğullarıdır ailenin. Neredeyse tüm geçim derdi onun üzerindedir. Çalışkandır. Ve bir gün “devrimcilerle” tanışacaktır. Mahallelilerle birlikte katıldığı bir toplantıda onu tanıyanlar yönetim kuruluna aday gösterecektir. “Yirmi beş yaşlarında, kara kaşlı, kara gözlü, gür bıyıklı, buğday tenli, orta boylu Mustafa eve vardığında biraz düşünceliydi. Yönetime seçilmişti ama neler yapacağını, bu görevin ne götürüp ne getireceğini bilmiyordu.” Hızla öğreniyordu. “Kanalizasyon çalışması mahalle halkının gözünde devrimcilerin popülaritesini çok artırdı. Onların karşılıksız ve fedakârca çalışması olağanüstü bir güven oluşturdu. O günlere kadar dışarıdan gelen yabancılara kuşkuyla bakan halk, o günden sonra, devrimci olmasa bile dışarıdan gelenlere sempatiyle bakar oldu. Giderek halk ile devrimciler arasında güvene dayalı bir ilişki gelişti ve dışardan gelen onlarca devrimci, geceleri halkın o küçük gecekondularında konuk edildi.”
Faşistler mahalleye lokal açarak yerleşmiş, artık daha kolay eylem yapmaktaydılar. Silahlı faşistlere karşı silahlanma kaçınılmaz olacaktı. Gençler vurulacaktı! Ailede anne iki oğlunun da bu işlerin içinde olmasından çok rahatsızdı. Her an başlarına bir şey geleceği korkusuyla yaşamaktan bıkmıştı.
“Bu akşam ikinize de dışarı çıkmak yok. Ya beni de götüreceksiniz ya da siz de gitmeyeceksiniz. Artık dayanamıyorum. Her gece yüreğim ağzımda uyku uyuyamaz oldum. Mideme sancılar giriyor. Sinirden, dişlerimi sıkmaktan dişlerim sızlıyor. Yeter artık çocuklar. Babanız yok, ağabeyiniz evi terk etti. Bir kadın başıma kaldıramıyorum bu yükü” diye dert yanacak ama hayat devam edecekti. Bir gün Mustafa faşistler ve polislerin kovalamasından kaçarken bir gecekondunun çatısına atlamış; ancak zayıf çatı çökünce ayağı kırılmış ama ölümden de kurtulmuştur! Büyük abilerinin bu durumlardan sonra annesine; “Anne, biz aslında bu olaylardan olabildiğince uzak duruyoruz. Ve inanmalısın ki arkadaşlarımız tehlikenin, ateşin içinde bulunuyorlar. Elbette ki bu işlere hiç bulaşmayanlar; gülüp geçenler de çok var. Ama bir de insan onuru diye bir şey var. Bütün bu pisliklere, rezilliklere ses çıkarmadan yaşamak insan onurunu zedeliyor. Doğrusu bir genç olarak olup bitenlere susmakla utanç duyar olduk. Hele bu haksızlıklara bile bile susmak insana yakışmıyor” diyerek duygularını özetleyecekti.
Günler, artan saldırılara karşı semtlerini ve komşularını korumakla, kavgayla, pusudan kaçmakla, yaralanmakla ve hatta ölmekle geçecekti. Olabildiğince afişleme, bildiriler, korsan mitingler, toplantılar ve örgütlenmeyi artırarak çalışıyordu gençler. Günler daha büyük kan dökmelere gebeydi. Halk ise kendi semtlerinde, evlerinde huzursuz, korku içindeydi. İçlerinden çıkan hainler onları hedef gösterip katledilmelerini sağlıyordu. Halkın kafası karışıktı.
“Evet, ortada inanılmayacak, insanı kahreden bir adaletsizlik, riyakarlık, eşitsizlik var. Ama daha dün aynı sahada top oynayan, aynı sinemaya giden, aynı kahvede oturan gençler şu an birbirini öldürmek, boğazlamak için fırsat kolluyorlar” düşüncesi şöyle karşılık buluyordu: “Devrimciler, bu mahallenin en can alıcı sorunu olan kanalizasyon, yol, su, eğitim için çalışmalara başlamışken, karşı taraf bu çalışmalara gelenleri tehdit ederek işe koyulmadılar mı? Bu çalışmanın kime ne zararı vardı? Arkadan bakıyorsun. Küçük ya da büyük mahallenin haracını yiyen birisinin haraç kapısını kapatmak için yaptığımız çalışmada karşımızda onları bulduk. Şu basit iki olay bile insana taraf olmaya yeter de artar bile. Ben de onu yaptım. Elbette ki her ne olursa olsun bir tercih belirtmişsen onun bedelini ödemeyi göze alman gerekiyor.”
Bu arada Mustafa işten ayrılmak zorunda kalmış, arkadaşları onu Belediye’ye ait bir yerde, hem de sendikacılık yapacağı bir işe koymuştu. “Örgütçülük ilişkilerinin güçlü olduğu anlaşılmıştı. Gittiği her ortamda kendini sevdirmesi, sözünü dinletmesi bu çalışma için yeterli bir nedendi. Teorik olarak kendini yetiştirmek için de olağanüstü bir çaba gösteriyordu.” Ancak mahalle de yaşanmaz hale gelmekteydi, mimli insanlar için hayat gittikçe zorlanmaktaydı. Sonunda annesi ve kız kardeşlerini doğduğu köye, eski evlerine taşıdı Mustafa. Kasabada yeni bir ev bulana kadar burada oturacaklardı. Artık Mustafa kendi evinden çok dostlarının evinde kalacaktı.
“O güne kadar kıydıkları otuzdan fazla can, onları iyice pişkinleştirmiş, insan öldürmek onlar için zevk haline gelmişti. İnsan öldürerek inandıkları davanın kutsiyetine öyle inanmışlardı ki, daha sonraki yıllarda yakalandıklarında: “Abdest alıp, Allah için adam öldürüyorduk” diyebilmişlerdi.” İşte bunlardan biri bir gün Mustafa’yı görmüş, izlemiş ve “Cebinde taşıdığı silahı çıkarırken köşeyi dönüp birkaç metre ilerleyen Mustafa’nın koluna girerek namluyu ensesine doğrulttu. Bir el ateş etti.”
Abisi, her şeyden habersiz, bakkaldan ekmek alırken radyodan şunları duyacaktı: “Şişli’de meydana gelen bir saldırıda Mustafa Gökçeli adlı bir vatandaş ensesinden vurularak öldürüldü.” Perişan olmuştu, arkadaşlarının yardımıyla morga gelmişti. “Kardeşine tekrar sarılıp öperek beyaz örtüyü yüzüne kapattı. Yirmi altı yıldır birlikte büyüdüğü, oynadığı, güldüğü, kızdığı, bağırdığı, sevdiği, dövdüğü, güvendiği yiğit, gözüpek, yürekli kardeşi artık yoktu.”
Anne perişandı, kendi oğullarından hiç ayırmadığı Abdül de karşısındaydı. Ona her eve gelişinde “Anne devrim yapacağız. Güzel günler göreceğiz. Çocuklarının hepsi birer kahraman. Sen hiç üzülme” dediklerini anımsadı. Yavaşça Abdül’e doğru gidip yakasından yapıştı. Bütün gözler, bir anda annenin hareketlerini izledi. Herkes susmuştu. “Hiçbirinizi çocuklarımdan ayırmazdım. Hepiniz çocuklarımdınız. Nedir oğlum bu başımıza gelenler?.. Nedir?.. Hani devrim olacaktı?..”
“Umutları, düşleri, sloganları, canları, kanları, sevdaları, her şey duvarlarda kalmıştı. Şişli,2004” diye bitiyor romanımız.
Kitabı okurken o günleri tekrar yaşamış gibi oldum. Unutulmaması gereken günlerdi. Nice Mustafa’lar can verdi bağımsızlık ve halkı uğruna. Işıklar yoldaşları olsun.
İyi okumalar dileği ile. (23.8.2024)

 

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum