Doğan ÖZDEMİR

Doğan ÖZDEMİR

" EMEKÇİNİN KÖŞESİ "
[email protected]

Koynunda yılan beslemek ve 15 Temmuz

18 Temmuz 2024 - 17:22

Öyle şeyler vardır ki eğer uğruna bir mücadeleniz, gayretiniz yoksa değerini, varlığını ve yokluğunu anlayamazsınız. Örnek vereyim: Kurtuluş savaşından sonraki çok çetin koşullarda Kuruluş döneminde birçok devrim yapıldı. En önemlileri demokrasi ve laiklik idi. Laik sistemde inanan kişi, kime, neye, nasıl inanıyorsa, ona ne devlet ne de başka bir insan engel olamayacaktı. Devletin en önemli görevi, insanların istediği şekilde inanma ve ibadet yapmasını her inanca göre ve eşit olarak sağlamak, asla taraf olmamaktı. Bizim halkımız laikliği anlayamadığı gibi demokrasiyi de yeterince anlayıp özümseyemedi. Yüzyıllardır alışık olmadıkları bu iki kavram, şimdi neredeyse hiçbir çaba harcamadan önlerine altın tepside konuvermişti. Bu anlaşılamama belki bundan, belki okur-yazar oranının neredeyse yok düzeyinde olmasından, belki de devletin devrimlerine yeterince sahip çıkamamasından oldu diyelim. Ama daha savaş öncesinden başlayan devrim ve kurtuluş karşıtları-padişahçı ve mandacılar, yeni dönemde gıklarını çıkarmadan karanlık köşelere gizlenmiş, bir gün tekrar eskiye dönebilme hayalleriyle sinsice ve dış ortaklarının da desteğiyle beklemekteydiler. Din elden mi gidiyordu? İbadetler mi yasaklanacaktı? Bu ufacık şüpheler zamanla büyütülerek ülkenin en büyük sorunu haline getirilecekti.
Dünyanın 21. Yüzyıla girdiği, uzay çağını bile geride bırakacağımız bir dönemde, çağdaş düşünce ve bilimden hızla uzaklaşarak bazılarının hayallerindeki padişahlık-halifelik hedefli dinciliğe dönülüyordu. Ülkemiz cemaatler ve tarikatlar ülkesine dönüşecekti. Bu süreç çok kötü yönetildi. Ülkenin ana temeli olan laiklik korunması gerekenler tarafından bile yeterince korunamadı. Hatta gizli veya açık destek verenler bile çıktı. Ülkesini gerçekten seven kişiler, bu ülkede yaşayan her dil, din, renk, ırk, köken, inanç ve yaşam tarzındaki insanlarla düne kadar nasıl kardeşçe yaşamışlarsa yine öyle yaşamak istiyorlardı. İşte bu insanların direnmesi dincilerin hızını biraz keser gibi olduysa da vatanseverler çok bedeller ödeyecekti. Öyle bir vahşet yaşandı ki ülkemizde, insan insan olduğundan, dindar inancından utanacaktı. Maraş, Çorum, Sivas sadece bunlardan birkaçıydı.
Sonuçta köktendinci bir partiden gelenler adına hocaefendi dedikleri birinin yoldaşı oldular. Görüntüye din ve inancı koyarlarken aslında ülkeyi tepeden tırnağa kadrolarıyla doldurarak işgal ediyorlardı. Karşılıklı olarak birbirlerinin sırtından geçinirken güç ve servetleri akıl almaz derecelerde artıyor, kendileri gibi düşünmeyenlere ise ülke zulüm, hapishane ve ölüm oluyordu. Sonunda beklenen olacaktı. Güç kavgası pastadan daha büyük pay kapmaya dönüşünce iş birliği savaşa dönüverecekti. Saman altından su yürütmekte usta iki düşünce sonunda patlak verecekti, verdi de… Planlanan, ancak zamanından önce başlatılmak zorunda kaldığı anlaşılan bir kalkışma ile ülke yönetimi cemaat tarafından ele geçirilmek istendi. Ancak aklı başında ve gerçek vatanseverlerin çoğunluğunun hiçbir tür darbeye izin vermemesiyle çabucak bastırıldı.
Peki ne olmuştu 15 Temmuz 2016’da? Kim ne kadar suçluydu? Cemaat yıllardır ABD beslemesi olarak ülkemizde kendine yer edinmekte ve büyük hayaller peşindeydi. İktidardaki siyasiler tarafından elleri öpülüyordu. Onunla resim çektirebilmek, ziyaretine gidebilmek yükselmenin temel taşıydı. Siyaseten dinci partilerin neredeyse tamamı bu durumdaydı. Ne de olsa al gülüm ver gülüm dönemiydi. İyilik karşılıksız kalmıyordu. Devleti yöneten kuvvet, hocanın adliye, askeriye ve emniyet içindeki örgütlenmesinden yararlanabilmek için sıraya giriyordu. TSK kumpaslar kurularak göz göre göre çökertildi. Tüm üst kademeler onlarca yılda yetiştirildiği halde günler içinde ve toptan askeriyeden uzaklaştırıldı. Böylece yurtsever, anayasa ve hukuka bağlı insanlar, özetle Atatürkçüler güya Fetö’cülerle savaşılıyor görünüşü altında hızla tasfiye edilip cemaatin ve siyasetin biat ve itaatle iş yapanları yerlerine dolduruldu.
Şaşkınlıktan ağzımız açık kalacaktı, çünkü bu ülkenin MİT başkanı darbenin yapılacağını saatler öncesinden bildiğini ama yetkililere haber vermediğini söyledi. Yönetimin başının darbeyi bir yakınından öğrendiğini duyduk. Askeri üst düzey yetkililer ise toptan bir düğünde olacaklardı. Başbakanlar tünellere saklanacak, kimse ne olduğunu anlamadan saatler geçecekti. Allahtan askeriyede ve emniyette halen vatansever ve aklı başında kişiler kalabilmişti. Onların çabalarıyla ve erken başlatılmak zorunda kalan eylem hızla çökertilecekti. Tam bir komediydi. Birkaç tank boğaz köprüsünün bir şeridini kapatarak devrim yapıyordu. Uçaklara kafa atarak, tanklara çamaşırlarını sokarak imha eden ne kadar çok kahramanımız olduğunu da öğrenecektik! TBMM’de bombalanacaktı.
Şimdi sormak gerek, yıllarca birlikte devleti ele geçirmek adına iş birliği yaptığınız ve o zamanlar kahraman dediğiniz kişi ne oldu da birden düşman oluverdi? O zamana kadar aklınız neredeydi? O güne kadar ona neredeyse tapan yandaşlarınız ve yetkilileriniz şimdi nasıl oluyor da sütten çıkmış ak kaşık oluyorsunuz? Devleti yönetmek bu kadar kolay mı? Sıkışınca aldatıldım demek yasal olarak durumu kurtarıyor mu? Bu adam ülkede bir darbeye kalkıyorsa onunla dün el ele olanlar şimdi nasıl suç ortağı olmadılar? Delice sorular çok, ama yanıt yok…. Sıkışınca aldatıldı, oldu da bitti maşallah. Gerçi et tırnaktan ayrılır mı, nasıl ayırt edeceksiniz içinizdeki darbecileri? Hepiniz eski resimlerinize, yazdıklarınıza, ziyaret yarışı yaptığınız zamanlara falan bol bol bakın, içinizdeki hocaefendiyi çıkarıp atabilecek misiniz acaba? Öte yandan bu bazıları için “Allah’ın bir lütfuydu” elbette, fırsat bu fırsattı, tüm siyasi rakipler ve kendi gibi olmayan ötekileri yok etme ve tasfiye etme için bulunmaz bir fırsattı. Tepe tepe de kullandılar, halen de “bu bizden değil, kesin Feto’cudur” diye hakkında mahkemeler açılabiliyor birçok masumun.
Olay budur. Bu nedenle 15 Temmuz 2016 bayram yapılacak neyi hak etti diye uzun uzun düşünmek gerek. Atatürk ilke ve devrimlerine yeterince sahip çıkamamamızın acısını çok ağır ödüyoruz. Ne olursa olsun o sarı öküzü vermeyecektik, gerekirse Kurtuluş Savaşı günlerindeki gibi mücadele edecek, direnecektik. Demokrasi ve laikliğin olmadığı bir ülkede bunlar her an olabilecek olaylardı, bizim zamanımıza denk geldi, şansımıza küselim.
Tarih yinelenir, ama ondan ders almazsak aynı kötü günleri yine yaşamak zorunda kalabiliriz. Çağdaşlığın temeli laik, demokratik sosyal bir hukuk devleti olmakla başlar. Bunları anlamadan, özümsemeden ve uğruna savaşmadan dincilikten, kralcılıktan, faşizmden kurtulmak olanaksızıdır.

 

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum