Doğan ÖZDEMİR

Doğan ÖZDEMİR

" EMEKÇİNİN KÖŞESİ "
[email protected]

Türkiye'nin etnik yapısı

26 Eylül 2023 - 21:58 - Güncelleme: 13 Aralık 2023 - 22:50

Kitabın Yazarı: Ali Tayyar ÖNDER

(Zirve Ofset, 3. Baskı-Mayıs 1999, 228 Sayfa)

Sabırla sonuna kadar okumanızı önereceğim, bir akademisyenin kaleminden “Halkımızın kökenleri ve gerçekler” alt başlığı ile bize sunulan, etnikliğin ne olduğunu, Türklüğün kökenlerini ve bu günkü etnik grupların çok eskiden beri Türklerle iç içe yaşamalarını, yabancı yazarların etnik kimlikler üzerindeki çalışmalarında tarafgirliğin sıkça görüldüğünü anlatan bir kitap…

“Üst kimliğin ne ‘azlık’ ‘çoklukla’ ve ne de ‘yerli’ ‘göçmen’ olmakla ilgisi yoktur. Üst kimlik tamamıyla grubun kendine bakışı, egemen unsuru algılayışıyla ilgili bir tanımlamadır. Üst kimlik en kısa tanımıyla ‘rıza ile kabul edilen ortak temsili’ kimliktir” diyor yazar… Sıkça söylenen “etnik mozaik” sözüne de karşı çıkarak bunun için en az iki koşul olması gerektiğini; “Bunlardan biri etnik ‘çeşitlilik’ diğeri ‘nüfus oranıdır’. Egemen unsurun nüfus oranının %65-70 olduğu bir ülke için “mozaik” tanımı, çeşit ne olursa olsun geçerli değildir” diyor.”

Bazen köken ile etnik kimliğin de örtüşemeyeceğini; “Dolayısıyla ‘dil’ rakamları esas alınarak belirlenecek nüfus, etnik grup nüfusundan çok, etnik grubun ‘köken ilişkisini’ açıklayacak niteliktedir. Köken ile birçok durumda ‘etnik’ kimlik örtüşmeyebilir” diyerek açıklıyor ve ekliyor: “Türkiye halkının %90’ı Türküm demektedir. Köken olarak Türküm diyen %65’lik grubun içinde Aleviler ve Nusayriler gibi 15 milyon öz be öz Türkmen unsur da mevcuttur.” “Etnik kimlik tamamen kişinin ya da grubun kendi duyumsamasına, kabulüne, seçimine bağlı bir tanımdır. Etnik kimlik özellikle bu günkü iletişim çağında soy, dil, köken gibi etmenlere, biyolojik, genetik, antropolojik değerlere, ırki temele değil kültür temeline dayalı bir grubun kendi tanımıdır.”

Türk sözcüğünün kaynağı olarak en eski kayıtların Çin’de olduğu, Hunlardan söz edilirken Cong ve Tık (Tırk) adlı iki Türk kavminden söz edildiği ve Türklerin ortaya çıkışının M.Ö. 1582 olarak kabul edildiği görülmektedir. Yazar bu konuyu uzunca anlatıyor. “Bugün Tarsus, Mersin, Adana, Hatay’da yaşayan nüfusları bir milyon civarında olan Nusayri Alevilerin kendi Türk kimlikleri hakkındaki inançları Abbasi dönemi Anadolu Türkleşmesinin en açık kanıtıdır. (…)Türkler Oğuzlardan 700 yıl önce Hun, Ağaçeri, Sabir olarak Anadolu’ya girmişlerdir. (…) Türk halkının yaklaşık %65’i Türklük dışında ırki bir kökeni reddetmektedir.”

“Şia’nın, Şiiliğin, Aleviliğin ortak yanı sadece Ali yandaşlığı olmayıp aynı zamanda Ehl-i Beyt sevgisi ve imamet anlayışıdır” diyor. 

Kürtlere ayrılan bölümde, Kürtlerin tarihte Türkün ve Sakaların mevcut olmadığı bir coğrafyada olmadığını okuyoruz. “Bir başka deyişle Kürtler, Kürt ve İskit coğrafyasının topluluklarıdır. (…) Bu tespitler bu günkü Kürt tabakasının Türk olduğu savını geçerli kılmaz. Ancak Macarlar, Finler de Türk kökenleri kimse tarafından inkâr edilemeyen ‘farklı etnik gruplardır’ ve bu gün farklı dillere ve farklı devletlere sahiptirler. Bunu tespit edecek olan bilimdir. Ancak Kürtler Türk olmasın da ne olursa olsun gibi bilim dışı ve Batı çıkarlarını empoze bir şartlanmanın hiçbir yararı yoktur.”

Günümüzde özgün bir Kürt kimliğinin varlığını ve dünyadaki tüm etnik kökenler kadar saygın kabul edilmesi gerektiğini savunan yazar, ancak bir kültür dili düzeyinde dile sahip olamadığı gibi lehçeleriyle de sorunlu olduğunu anımsatarak yine de Kürtçenin de özgün bir dil olduğunu da ekliyor. Emperyalizmin Kürtlüğü her türlü kullanmayı denediğini ve deneyeceğini söyleyen yazar, Kürtlüğün kökenlerinin Yenisey Elegeş anıtlarına kadar indiğini, ama kasıtlı olarak binlerce yıl geriden başlatılmak istendiğini de ekliyor. Bir arada yüzlerce yıl yaşamanın kökende ve dilde değişim ve etkileşimlere neden olabileceğini, bu nedenle Kürt dilinin özgün olsa da ana bir dil sayılacak kadar gelişmemiş olduğunu okuyoruz. “Türkçe’nin Kürtçeyi yapısal olarak da etkilediği kabul edilen bir husustur. Bu yapısal etki KürtçeninTürkçe’nin bir lehçesi olup olmadığını tartışma konusu yapacak kadar güçlüdür. Ancak kanıt olarak ileri sürülen veriler Kürtçenin Türkçe’nin bir lehçesi olduğunu kanıtlamak için yeterli değildir.”

Yazar; 12.yy’a kadar tarihte Türkiye, İran, Irak ve Suriye dâhil Kürdistan diye bir bölgenin olmadığını söylüyor. Kürtlerin kökenlerinin 5 grupta toplanabileceğini, bunların Kardu, Med-İskit, Kart’lar, Türk ve Guti ve diğer Ön Asya kavimleri olduğunu anlatıyor. “Kürtlerin Türklüğü tezi Kürt unsurun kökenlerini en iyi açıklayan tez olmakla birlikte eksiktir, katıdır ve etnik kimliğe yaklaşımı itibarıyla hatalıdır.” “Türkler ve Kürtler Anadolu’ya gelmeden asırlarca önce Türk coğrafyası olarak bilinen Orta Asya’dan Macaristan’a, Çekoslovakya’ya kadar uzanan geniş alanda bir arada yaşamışlardır. Anadolu ve İran-Irak bölgesi de dâhilTürklüğün var olmadığı hiçbir yerde bugünkü ismiyle Kürt olarak anılan bir topluluk mevcut değildir.”

Batının terör olaylarını tarih boyunca desteklediğini anlatan yazar; Cumhuriyet sonrası isyanların neredeyse tamamında Batı parmağı olduğunu, PKK’nın da arkasında durduğunu anlatıyor. “Bunların yanı sıra Türkiye Batı için bir pazardır. Ayrıca güçlü bir Türkiye Batı’ya Batı’da ve dünya piyasalarında da baş edilmez bir rakiptir. Güçlü bir Türkiye’nin AB üyeliği de engellenemez. AB üyeliği ise Türkiye’yi daha da güçlendirir. Orta Asya Türki Cumhuriyetlerini kucaklayan güçlü bir Türkiye ise geleceğin devidir. Batı bu hesapları fevkaladedikkatle yapmıştır” diyor. Bundan sonra kısa alıntılar ekleyeyim:

“Milli bir kültür politikası olmaksızın; milli birlik ve beraberliği sağlamak, ülke çıkarlarına uygun milli bir dış siyaset, toplumun çıkarlarını, refahını esas alan milli bir ekonomi geliştirmek mümkün değildir.”“PKK olayını temelde dış tahrik ve ekonomik sorunlardan kaynaklanan terör çerçevesinde de değerlendirmek gerekir. Ancak bu günkü terörün bir temel nedeninin de yıllardır ihmal edilen milli kültür politikasındaki yanlışlar olduğu hiç unutulmamalıdır.” Yazar, terörün nedenlerinden birinin Batı tahriki, ötekinin de ekonomik sorunlar olduğunu da ekliyor. Batının özellikle Doğu ve Güneydoğuyu bu nedenlerle seçtiğini açıklıyor.

Kitapta bazı etnik kökenli gruplara da yer verilmiş; bunlardan biri de Zaza’lar. “Zaza’lar Türkiye’deki son derece kişilikli, özgün etnik gruplardan biridir” diyor yazar. “Türkiye’de ‘Çerkes’ olarak tanımlanan topluluk gerçekte 1864’te Rusların sürdüğü birbirinden tamamen farklı dillere sahip farklı Kuzey Kafkas halklarından oluşan 8 ayrı etnik gruptur. Çerkes diye bir halk ve Çerkesçe diye bir dil yoktur. Çerkeslik bir üst kimliktir.” Bunu derken yazar Çerkez etnik kimliği oluşumunda Türk unsurların rol oynadığına dayanmaktadır. “Esasen gerçeği ifade etmek gerekirse, Çerkesler, Gürcüler, Lazlar dâhilolmak üzere bütün Kafkas unsurlar ırki nitelik itibariyle yaklaşık 2800 yıl boyunca Türklükle yoğurulmuş etnik oluşumlardır. Şeyh Şamil’in de bir Avar Türkü olduğunu anımsatıyor.

“Lazlar hakkında bilgi veren yazar, bütün tarihi kaynaklarda da Laz bölgesi; Artvin-Batum arasındaki Çoruh Vadisi (yaklaşık 50 Km) Rize, Arhavi, Hopa ve Türkiye sınırı dışındaki kısa Karadeniz kıyısı olarak gösterilir” diyor.

Yazar, Türk-Gürcü kardeşliğinin akrabalık derecesinde olduğunu yazıyor. Nusayriler için ise kendilerini Alevi kabul eden, ancak farklı bir Alevilik türü olduğunu anlatıyor. “Nusayriler, ne ırk, ne din, ne de kültür bakımından bizden başka insanlardır. Yurtlarının topoğrafyası gibi ırklarının ve dinlerinin karakteristikleri de onların Anadolu’ya bağlı olduğunu gösterir.”

İyi okumalar dileği ile. (7.5.2023)

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum